İstanbul Tıp Fakültesi Profesörler Kurulu; 30 Aralık 1970 tarihli oturumunda, İstanbul Tıp Fakültesi’nin kuruluşunun 500. yılı olarak kabul etmiş ve kutlanmasına karar verilmiştir.
Türk Tıp Tarihinde Anadolu Selçukluları ve Beylikler döneminde medreselerin gelişmesi ile birlikte ihtisas medreseleri de kurulmuştur. Onsekizinci yüzyılın sonlarına kadar yüksek öğretim için tek müessese olan medresenin temelleri; dokuzuncu yüzyıla kadar gitmektedir. İhtisas tıp medreselerinin ilk örnekleri; Kayseri Gıyaseddin Keyhüsrev Tıp Medresesi ve Sivas Sultan I. İzzeddin Keykavus Darüşşifası’nda tıp öğretimi yapılmıştır. Tıp Medreselerinden mezun olanlara, icazetname veya diplomalar verilmiştir.
Osmanlı Devleti döneminde ihtisas medreseleri anlayışı devam etmiş olup; Bursa’da Darü’t-Tıb adıyla klinik tıp eğitimi veren medrese açılmıştır.
İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk nüvesi Fatih Darüşşifası
Fatih Sultan Mehmet tarafından yaptırılan Fatih Camisi, 1463 yılında inşaatına başlanarak; iki tarafına birer dershaneli, sekiz medreseden oluşan Sekizli Medreseler adı verilen o dönemin en büyük medreseleri 1470 yılında hizmete açılmıştır. Güneydeki dört medresenin yanına, bütün hastalıkların tedavisi ve ilaçlarının verildiği Darüşşifa yapılmıştır. Fatih Darüşşifası’nda ondokuzuncu yüzyıla kadar tıp eğitimi yapıldığı, hasta bakımının gerçekleştirildiği bilinmekte olup; tıp eğitiminin, İstanbul Tıp Fakültesi’nin ilk nüvesi olarak kabul edilmektedir.
Süleymaniye Tıp Medresesi
Kanuni Sultan Süleyman tarafından yaptırılan Süleymaniye Camisi 1520 yılında inşaatına başlanmış olup; Osmanlı ordusunun tabip, cerrah ihtiyacını karşılamak için caminin yanında 1555 yılında kurulan tıp medresesi ve darüşifa bünyesinde tıp eğitimi verilmiştir. Süleymaniye Tıp Medresesi bünyesinde; öğrenciler plan ve program doğrultusunda teorik bilgiler alıp, daha sonra uygulama için darüşşifa bünyesinde eğitimler almıştır. Süleymaniye Tıp Medresesi’nde eğitim süresi, kaynak ve belgelere dayanarak kesinleştirilememiştir. Medreselerin o dönemdeki yapısı, kitapla ders geçme esas alınarak, öğrenciye verilen kitapları bitirmeye bağlı olduğu düşünülmektedir. Süleymaniye Darüşşifası’nda; sağlık hizmetleri ırk, dil, din, cinsiyet farkı gözetilmeksizin ondokuzuncu yüzyıla kadar sürdürülmüştür.
Tersâne Tıp Mektebi
III. Selim; donanmanın hekim ve hasta bakım ihtiyaçlarını karşılamak amacıyla 18 Şubat 1805 tarihinde Kasımpaşa’da Tersâne Tıp Mektebi kurdurmuştur. Kitap ve cerrahi aletlerin Avrupa’dan getirtilmesi, tıp öğrenimi görmüş Avrupa’lı hocaların görevlendirilmesi hedeflenen okulun; 1807 yılında Kabakçı İsyanı ve 1808 yılında Alemdar Vak’ası gibi karışıklıklar sonrasında faaliyetlerini durdurmuştur. 1822 yılında gerçekleşen Kasımpaşa Yangını ile binası da ortadan kalkan mektebin; kısa bir süre de olsa, Türk tıbbının batılılaşmasında bir dönüm noktası olarak görülmektedir.
Tıbhane-i Âmire kuruluşu
Sultan II. Mahmud, Yeniçeri Ocağı’nın kapatılmasının ardından, modern bir orduya sahip olma hedefi ile nitelikli hekim ve cerrah yetiştirilmesi için Vezneciler’deki Tulumbacılar Konağı’nda askeri tıp okulu olarak Tıbhane-i Âmire’yi kurdurmuştur. 14 Mart 1827 tarihinde faaliyete geçen okul; Türk Tıp Tarihinin modern anlamda açılan ilk tıp okulu olup, tıp eğitiminin başlangıcı kabul edilmesinin yanında, her yıl 14 Mart günü Tıp Bayramı olarak kutlanmaktadır.
Okulda eğitimler Tıphane, ve Cerrahhane öğrencileri ayrı olarak tıp eğitimi verilmiş olup; müdürlüğüne Hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi getirilmiştir. Okula girişte herhangi bir sınav sistemi uygulanmamakla birlikte, sınıf geçme yıl içinde gerçekleştirilen sözlü sınavlarla, yetiştiğine kanaat getirilen öğrencilerin üst sınıfa alınması, yerlerine ise yeni öğrenciler kabul edilmiştir.
Tıbhane-i Âmire ve Cerrahhane’de eğitim; tabip olmak için dört yıl, cerrah olmak için üç yıl olarak belirlenmiş olup; alınan tıp eğitimi ile adına diploma verilen bir sisteme geçilmiştir. Başlangıçta İstanbul cerrahlarından yirmisi seçilerek başlarına Avrupa’da yetişmiş, teorik ve pratik bilgilere sahip biri getirilerek; ordunun ihtiyacını karşılayacak cerrahların kısa sürede yetiştirilmeleri yoluna gidilmiştir. Medrese sisteminden modern bir düzene geçme arayışı içinde kurumun içinde sık sık yeni düzenlemeler yapılmıştır. Öğrenci sayısının artması ile 1832 yılında Cerrahhane, Topkapı Sarayı bulunan Hastalar Odası’na nakledilmiş olup; Cerrahhane’nin başına Fransız cerrah Sat-Deygalliere getirilmişti. Tıphane-i Âmire 1836 yılında Topkapı Sarayı içindeki Otlukçu Kışlası’na nakledilmiş ve bir süre sonra Cerrahhane de Otlukçu Kışlasına taşınmıştır. Cerrahhane daha sonra Halıcıoğlu’nda farklı bir binaya taşınarak okulun iki kısmı birbirinden tekrar ayrılmıştır.
Tıphane ve Cerrahhane
Tıphane ve Cerrahhane modernleşme yolunda arzulanan düzenlemeler yapılamadığı görülerek, 1838 yılında Galatasaray bulunan Enderun Ağaları Mektebi’ne taşınmış olup; başlangıçta Osman Saib Efendi, kısa bir süre sonra Abdülhak Molla yönetici olmuştur. II. Mahmud, Paris elçisi Ahmed Fethi Paşa aracılığıyla, Prens Metternich’ten Osmanlı Devleti’nde çalışacak iki hekim ve bir eczacı istemiş; Viyana Askeri Tıp ve Cerrahi Akademisi Josephinum’dan mezun olan iki genç askeri hekim Dr. Jakob Neuner ve Dr. Charles Ambroise Bernard ve eczacı Antoine Hoffmann bu görev için seçilmiştir.
1839 yılında Dr. Charles Ambroise Bernard birinci öğretmen olarak atanmasının ardından, 17 Şubat 1839 tarihinde Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şâhâne adıyla yeniden açılmıştır. Okul 11 Mart 1839 tarihinde 290 öğrencisiyle eğitim ve öğretime başlayarak; fransızca öğretim diliyle, dört yıllık hazırlık bölümü, dört yıllık tıp eğitiminin yapıldığı ve bir sınıfta eczacılık bölümünden oluşturulmuştur.
Tıphane-i Âmire orduya müslüman hekimler yetiştirmek için kurulmuş olsa da; 1839 yılında Tanzimat’ın ilanı ile eşitlik kabul edildiğinden 1841 yılından itibaren Osmanlı Devleti topraklarında yaşayan azınlıklar da okula kabul edilmeye başlanmıştır.
Dr. Bernard, okulda idari görevinin yanı sıra; dahiliye ve hariciye kürsülerinin başına geçerek fakülte kimliği kazandırılarak, klinik dersler hasta koğuşlarında verilmiştir. Okulda botanik bahçesi kurdurmuş, Fransızca 1300 ciltten oluşan kütüphane ve mineral koleksiyonu getirilmesini sağlamıştır. 20 Temmuz 1842 tarihli bir Avrupa dergisinde Allgemeine Medicinische Central-Zeitung okulda 150 yataklı dahiliye, cerrahi ve göz kliniklerinden oluşan bir uygulama hastanesi açıldığı haberi yer almıştır. Dr. Bernard, Osmanlı Askeri Farmakopesi ile Türk Tıp Tarihinde Balneoloji‘nin gelişeceği Bursa Kaplıcaları‘nın yer aldığı 4 önemli kitap yazarak; Sultan Abdülmecid tarafından “İftihar Nişanı” ile ödüllendirilmiştir.
Diseksiyon yapılmaya başlandı
Dr. Bernard’ın anatomi dersinden öğrencilerin yararlanamadığı ve ölü üzerinde anatomi dersinin yapılması gerektiğini söylemesi üzerine, 1841 yılında Sultan Abdülmecid bir ferman çıkararak, tıp öğrencilerinin insan ölüsü üzerinde Diseksiyon yapmaya başlamıştır. Anatomi dersleri vermek üzere Viyana’dan Dr. Sigmund Spitzer getirilmişti.
Dr. Charles Ambroise Bernard, 1844 yılında 36 yaşında İstanbul’da aniden yaşamını kaybetmiş; Beyoğlu Santa Maria İtalyan Katolik Kilisesi’ne cenazesi defnedilmiştir. Dr. Bernard’ın yaşamını yitirmesi üzerine, Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane’nin eğitim işlerinin idaresi Dr. Spitzer verilmiştir.
Tıbbiye, Beyoğlu’nda olduğu, doktorların bir çoğu da Galata ve Beyoğlu’nda ikamet ettiği için, 1845 yılında acil durumlarda İstanbul içerisinde oturanlara çare olabilmek amacıyla; Beyazıt Simkeşhane karşısında doktorlara nöbet yeri belirlenmiştir. Tıbbiye’den seçilen 10 doktor ve 2 cerrah geceleri sabaha kadar nöbet tutmak üzere görevlendirilmiştir. Acil serviste ödeme gücü bulunmayan hastaların muayene ve ilaç ücreti ödememesi Sultan Abdülmecid tarafından irade buyrulmuştur.
İlk mezunlarını 1843 yılında veren Tıbbiye; 1848 yılında ayda bir kez olmak üzere, taş basması usulü ile bilimsel bir tıp mecmuasının yayınına başlamış ve Türkiye’de yaşanan tıp olayları ve Avrupa’da yayınlanan bilimsel tıp dergilerinden çevirilere yer verilmiştir.
1848 yılında okuldan mezun olan Türk, Ermeni, Rum ve Katolik 4 öğrencinin, Viyana’ya gönderilerek orada sınava girerek yeterlilikleri belgelenmiştir. Avrupa’da bulunan fakültelere eşit kabul edilen tıp okuluna “Fakülte” ünvanı verilmiştir. Tıbbiye, Avrupa fakültelerine eşit kabul edilmesi üzerine; yabancı ülkelerde tıp eğitimi almış olarak Türkiye’ye gelen ve hekimlik yapmak isteyenleri imtihan etmek üzere “Kolokyum” imtihanı yapmayı kararlaştırmıştır.
1848 yılında Galatasaray’da bulunan Tıbbiye binasında çıkan yangınla okulun büyük bir bölümü yok olmuştur.
Tıbbiye Halıcıoğlu’nda
Galatasaray’da bulunan binanın yanması üzerine Beyoğlu ilçesine bağlı Hasköy’ün Halıcıoğlu semtinde bulunan Mühendishane-i Berrî-i Hümâyun olarak kullanılan Humbarahane Kışlasına taşınmıştır.
Mekteb-i Tıbbiye-i Askeriye-i Şâhâne’de eğitim dilinin Fransızca oluşu nedeniyle Türk hoca ve öğrenciler güçlük çekiyor, eğitimlerin bir ölçüde daha hafif olduğu cerrah ve eczacı sınıflarına ayrılmak zorunda kalmıştır. 1857 yılında eğitimin Türkçe olabilmesi için öğrenciler tarafından bazı hocaların da destek verdiği bir mücadele başlatılmıştır.
1865 yılına kadar Humbarahane kışlasında eğitimlerine devam eden Tıbbiye; yaşanan Kolera Salgını nedeniyle bina hastane olarak kullanılmaya başlanması üzerine, Hasköy’de bulunan Gergeroğlu Konağı’na taşınmıştır. 1866 yılında kolera salgını sona erdikten sonra okul, Sirkeci Demirkapı’da bulunan kışlaya taşınmıştır.
Türkçe öğrenim için mücadele sonucunda, 1867 yılında Askeri Tıbbiye’nin bir odasında Türkçe tıp eğitimi veren Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye adı ile Sivil Tıp Okulu ve Sivil Eczacılık Sınıfı açılmıştır. 1870 yılında Askeri Tıp Okulu da eğitim dilini Türkçe olarak kabul etmiştir.
1874 yılında şu an Galatasaray Lisesinin olduğu binaya taşınan Tıbbiye; Galatasaray Sultanisi açılınca 1876 yılında Tıbbiye yeniden Sirkeci Demirkapı Kışlası’na taşınmıştır. Tıbbiye, yeniden taşındığı Demirkapı‘da 27 yıl süreyle aynı binada kalmış; bu süreç içinde kitap miktarını çoğaltarak, genç kadroları Avrupa’ya göndererek okulun hoca sayısı artırılmıştır. Yeni mezun olan tabipler, belediye tabipliklerine atanmıştır.
Tıbbiye‘nin kuruluşundan, derslerin Türkçe olarak verilmeye başlandığı tarihe kadar, yetişen hekim sayısı 300 kişi civarında olmuştur. Ordunun dahi ihtiyaçlarını karşılamaktan uzak olan tabip sayısı; eğitim dilinin Türkçe olması ile birlikte okuldan mezun olan hekim sayısı hızla artış göstermiş ve ülke sağlık alanı ile ilgili önemli bir ivme kazanmıştır.
Sivil Tıbbiye Ahırkapı’da
Sivil Tıbbiye 1874 yılında Ahırkapı’da bulunan bir binaya, 1894 yılında da Kadırga Meydanı’ndaki Nazır Menemenli Mustafa Paşa konağına taşınarak; bahçesine klinikler için pavyonlar yaptırılmıştır. Sivil Tıbbiye‘nin idaresi Askeri Tıbbiye Nezareti’ne bağlı olarak kurulmuş olup; sonraları sırasıyla Maarif, Dahiliye ve Maliye Nezaretlerine bağlanmış olsa da, eğitimin idaresi Tıbbiye-i Şâhane’ye bağlı olarak kalmıştır. Sivil Tıbbiye’nin ilk müdürü Askeri Tıbbiye Emraz-ı Dahiliye Muallimi Binbaşı Kırımlı Dr. Aziz Bey’dir.
Sivil Tıbbiye bünyesinde, yeni ve önemli birimlerin oluşturulması sırasıyla; 1887 yılında Tıbbiye-i Şahane dahiliye hocası Zoeros Paşa başkanlığında bir heyet, kuduz aşısının keşfi ardından aşının hazırlanması ve uygulanması konusunda eğitim alarak kurdukları Kuduz (Dâülkelp) Tedavihanesi, 1892 yılında Çiçek Aşısı Enstitüsü (Telkihhane), 1893 yılında kolera salgını üzerine, ders programlarına bakteriyoloji dersi eklenerek, kurulan Bakteriyolojihane’nin başına Louis Pasteur’un tavsiyesi ile Dr. Maurice Nicole getirilmiştir. 1898 yılında Sarayburnu Gülhane Rüştiyesi’ne ait bir binada Türk tıbbının gelişmesine katkılar sağlayacak olan Gülhane Askeri Tatbikat Mektebi kurulmuştur.
Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında sivil ve askeri tıp okulu gelişimleri sürürken; Almanya’nın Doğu Politikası çerçevesinde Türkiye ile iyi ilişkiler kurmaya çalışma çabalarının bir parçası olarak 1898 yılında Almanya’dan getirilen Prof. Dr. Robert Rieder ve Prof. Dr. Georg Deycke, askeri tıp okulunu organize etme düşüncesiyle Gülhane Tatbikat Hastanesi’ni kurarak, Gülhane’de ilk olarak 1897 mezunları staja katılmıştır.
Gülhane bünyesinde yapılan çalışmalar kısa sürede iyi kadrolar yetişmesini sağlamıştır. Modern bir tıp okulu için yeni bir bina yapılması teklifleri üzerine Haydarpaşa’da İtalyan mimarlar Valauri ve D’Aranco’nun çizimlerini yaptığı büyük yeni bir bina inşa edilmiştir. II. Abdülhamid’in doğum günü olan 6 Kasım 1903 tarihinde, binanın inşası tam olarak bitmeden törenle açılmıştır. 1903 – 1904 eğitim yılı, bu binada başlayarak; tıp fakültesinde yatak sayısı 400 adete çıkarılarak hizmet vermeye başlamıştır.
Haydarpaşa’da Tıp Fakültesi
Haydarpaşa kliniklerinin inşaatı sırasında denetleme yaparken iskeleden düşerek sakat kalan, Gülhane‘de yetersiz ışıl altında ameliyatlar yapıp, geceleri geç saatlere kadar uğraşıp Saray’ın dış kapıları kapandığından Cankurtaran‘da bulunan demiryolu üzerinden dışarı çıkan Prof. Rieder çalışkanlığı ile takdir kazanmış olmasına rağmen yeterli desteği göremeyip 1904 yılında Almanya’ya dönmüştür. Gülhane idaresi 1907 yılına kadar Prof. Deycke’ın sözleşmesi bitene kadar olan süre içinde kalmıştır. 1907 yılında Gülhane‘nin idaresi Prof. Dr. Julius Wieting‘e verilmiş olup; 1914 yılına kadar hastanenin idaresini üstlenmiştir.
II. Meşrutiyet’in ilanı
II. Meşrutiyet’in ilanı ile 1908 yılında Darülfünûn-ı Osmanî olarak adı değiştirilen sivil tıp okulunda; sivil ve askeri tıp okulları Haydarpaşa’da bulunan yeni binada “Haydarpaşa Tıp Fakültesi” adı ile 1909 – 1910 ders yılı başlangıcında “Darülfünûn-ı Osmanî” şubelerinden biri olarak eğitime başlamıştır. Sivil Tıp Okulu’nun Kadırga’da boşalan binasına Dişçi, Eczacı, Kabile (Ebe) ve Hastabakıcı Kadın (Hemşire) Mektebi kuruluşuna karar verilmiş olup; tıp fakültesi tüzüğüne göre bu okul ve diğer illerdeki tıp okulları ile beraber fakülte bünyesine bağlanmıştır.
Darülfünûn-ı Osmanî adı İstanbul Darülfünûn olarak tekrar değiştirilerek Haydarpaşa Tıp Fakültesi de İstanbul Darülfünûn bir şubesi olarak; Avrupa tıp fakültelerinden örnek alınarak; İstanbul Darülfünûn kendi kendini yönetme yetkisi kazanmış olup, derslere ve idareye hakim olmak üzere bir muallimler meclisi oluşturulmuştur. Haydarpaşa Tıp Fakültesi’nin ilk reisi olarak Seririyat-ı Hariciye Muallimi Op. Dr. Cemil Topuzlu olmuştur. Tıp Fakültesi oluşturulurken “Muallim” ünvanı taşıyan hocalar, günümüz üniversite öğretim üyesine karşılık olarak kullanılan “Müderris” ünvanı almıştır. Anglo-Sakson usulü adı verilen tıp eğitimi tarzı benimseyerek; öğrenciler beş yıl teorik, uygulamalı ve klinik eğitimden sonra altıncı yılda klinikte uygulama dersleri verilmiştir.
I. Dünya Savaşı yıllarında, tıp fakültesinde verilen eğitim etkilenmiş olup; birçok okul binası gibi, fakülte binası da 1914 yılında Yedek Askeri Hastane olarak ayrılmıştır. 750 yataklı olarak hizmet veren hastane; koğuşlar, laboratuvarlar, koridorlara yataklar getirilerek 1500 yatak kapasitesine çıkartılarak I. Dünya Savaşı sırasında zor koşullarda hizmet vermiştir. Tıp Fakültesi, Haydarpaşa’da bulunan binasının şehirden uzak oluşu, klinik hocalarının ulaşımını zorluyor olması ve öğrencilere yeterli sayıda vaka gösterilememesi üzerine okulun yeniden Avrupa yakasına nakli istenmesine rağmen 30 yıl süre ile Haydarpaşa’da hizmet verilmiştir. Avrupa yakasında Cağaloğlu’nda eski Türk Tabipler Birliği binası olan, günümüzde İstanbul Tabip Odası’nın faaliyet gösterdiği binada 10 Kasım 1917 tarihinde bir poliklinik açılarak haftada dört gün okulun son sınıf öğrencileri hasta kabul etmiştir.
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi Mecmuası 1916 yılının Mart ayından itibaren İstanbul Darülfünûn Tıp Fakültesi Mecmuası’nın yayınlanmasına başlanmış, kesintisiz olarak günümüzde İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Dergisi adı ile bağımsız olarak yayınlanmakta olup; uluslararası ve açık erişimli bilimsel yayın organı olarak, önyargısız ve çift-kör hakemlik ilkeleri çerçevesinde Türkçe ve İngilizce yayın dili olarak; Ocak, Nisan, Temmuz ve Ekim ayları olmak üzere üç ayda bir, dört sayıda bir cildi tamamlayarak yayınlarını sürdürmektedir.
Mütareke Yılları
1919 yılında I. Dünya Savaşı sonrası İstanbul’a giren müttefik donanmasının tıp fakültesine el koyarak, İngiliz işgal güçlerinin bir kısmını binaya yerleştirmiştir. 1920 yılında Fransız işgal güçlerinde görevli müşavir hekimlerden dördü, Tıp Fakültesi’ne müderris olarak atanmıştır. Hekimler çocuk cerrahisi ve ortopedi için Dr. Delacombe, idrar yolları hastalıkları için Dr. Boutonnet, tropikal hastalıklar için Dr. Gabriel Delamare bir süre görev yaptıktan sonra ülkelerine dönmüştür. Anatomi ve otopsi çalışmalarını yönetmek için atanan Dr. Aimé Mouchet 1939 yılına kadar görevini sürdürmüştür.
Tıp Fakültesi’de Kadınlar Eğitime Katılma Hakkı Kazandı
Tıp Fakültesi tarihinde kadınlar ilk kez eğitime katılma hakkını elde etmiştir. 1922 yılında on kız öğrenci tıp fakültesine kabul edilmiş olup; altı tanesi 1927 yılında mezun olmuştur. 1928 yılında stajlarını tamamlayarak hekimlik yapmaya başlayan; Prof. Dr. Müfide Küley, 1929 – 1933 yılları arasında İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi II. Dahiliye Kliniği’nde ihtisasını yaparak, 1942 yılından emekli olduğu 1973 yılına kadar olan süre içinde İstanbul Tıp Fakültesi, İç Hastalıkları Anabilim Dalı‘nda öğretim üyesi olarak hizmet vermiştir.
İstanbul Tıp Fakültesi’nde Modernleşme
İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi, 1924 – 1925 yıllarında, Paris Tıp Fakültesi ile irtibata geçerek, orada düşünülen yenilikler hakkında da bilgi alınması yoluyla eğitimi modernleştirmek için girişimde bulunulmuştur. Modernleşme süreci Cağaloğlu’nda bulunan poliklinikte hasta kabul eden son sınıf öğrencilerinin İstanbul Hastaneleri‘nde staj görmelerinin önü açılmıştır. Fransa’da 19. yüzyılın sonuna doğru kabul edilen sistem; liseden mezun olan öğrenciler bir yıl süreyle Fen Fakültesi’nde fizik, kimya ve doğa bilimleri sınıfında öğrenim görmeleri ve alacakları belge ile tıp fakültesine kabul edilmeleri sağlanmıştır.
Üniversite Reformu
31 Mayıs 1933 tarihinde çıkarılan yeni bir üniversitenin kurulmasına dair kanun ile Üniversite Reformu sürecine girilerek; 31 Temmuz 1933 tarihinde İstanbul Darülfünûn lağvedilerek, İstanbul Üniversitesi kurulmuştur. Beyazıt’ta eski Harbiye Bakanlığı binası’nın büyük cümle kapısı üstüne 18 Kasım 1933 tarihinde Maarif Vekili Yusuf Hikmet Bayur’un açılış konuşması ve yabancı profesörlerin öğrenci ve davetlilere tanıtımı ile Tıp Fakültesi’nin de içinde bulunduğu 4 fakülte derslere başlamıştır.
İstanbul Üniversitesinin ilk rektörü olarak, Ord. Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp atanmış olup; bu görevi 16 Temmuz 1934 tarihine kadar yürütmüştür. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk; bilimde çağdaş seviyelere ulaşabilme hedefi doğrultusunda İstanbul Üniversitesi’ndeki köklü değişim ve yeniden yapılanma ile en başından itibaren yakından ilgilenmiştir.
İstanbul Üniversitesi‘nin yeniden yapılanması içerisinde yer alan Tıp Fakültesi de yeniden organize olabilmek için Haydarpaşa’dan ayrılarak, Avrupa Yakasına taşınmıştır. Fizik – Kimya – Biyoloji veya F.K.B. sınıfı, Fen Fakültesi içinde Zeynep Hanım Konağı’na, Fakülte İdare Merkezi veya Dekanlık ile Biyokimya – Fizyoloji – Mikrobiyoloji – Hijyen Enstitüleri Beyazıt’ta bulunan eski Harbiye Bakanlığı binası olan, üzerinde Daire-i Umur-ı Askeriye yazan ihtişamlı kapıya İstanbul Üniversitesi yazılmış olup, günümüzde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü olarak kullanılan tarihi bina ve merkez binanın Haliç’e bakan kısmındaki Bekir Ağa Bölüğü adı verilen kışlaya Anatomi – Histoloji – Embryoloji – Patolojik Anatomi – Genel Patoloji – Deneysel Patoloji ve son olarak Kanser Enstitüsü yerleşerek morfoloji binası adı verilmiştir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin ilk dekanı Prof. Dr. Tevfik Sağlam atanmış ve kısa bir süre sonra görevinden istifa etmiştir.
Yabancı Öğretim Üyeleri
İstanbul Üniversitesi‘nde üniversite reformu sonrası yeni öğretim kadrosu kurulurken; eski öğretim üyelerinden 71 tanesi Ord. Prof. ve Prof., 13 tanesi Doçent, 23 tanesi asistan olarak kadro dışı bırakılanlar olmuştur. Bunlardan boşalan yerlere, Avrupa’da eğitim görmüş bilimsel ehliyet ve liyakata sahip olanlar veya Hitler’in Almanyası‘ndan kaçmak zorunda bırakılmış dünyaca ünlü profesörlerle doldurulmuştur. Almanya, Avusturya, Çekoslovakya, Macaristan gibi ülkelerden kaçarak Türkiye’ye sığınmış, İstanbul Tıp Fakültesi’nde Enstitü ve kliniklerin uzun yıllar direktörlüklerini yürütmüş ya da eğitim kadrosunda yer almışlardır.
Yabancı Eğitim Kadrosu
- Berta Ottenstein – Deri
- Erich Rutin – Kulak Burun Boğaz
- Erich Frank – Dahiliye
- Felix Haurowitz – Biyokimya
- Friedrich Dessauer – Biyofizik, Radyoloji ve Radyoterapi
- Hans Winterstein – Fizyoloji
- Hugo Braun – Mikrobiyoloji
- Joseph Igersheimer – Göz
- Julius Hirsch – Hıfzısıhha
- Karl Hellmann – Kulak Burun Boğaz
- Max Sgalitzer – Radyoloji ve Radyoterapi
- Philipp Schwartz – Patolojik Anatomi
- Rudolf Nissen – Cerrahi
- Siegfried Oberndorfer – Genel ve Deneysel Patoloji
- Wilhelm Liepmann – Kadın Hastalıkları ve Doğum
- Wilhelm Liepschitz – Biyokimya
- Tibor Peterfi – Histoloji ve Embryoloji
- Zdenko Stary – Biyokimya
Batıdan gelip Türkiye’ye sığınan ünlü bilim adamları kendi alanlarında, kısa sürede Türkçe ders kitapları yayınlamışlardır. Üniversitelerde eğitim ve araştırmanın ayrılmaz bir bütün olduğu; araştırma yapamayanın eğitim de vermemesi gerektiği prensibine dayanarak Alman bilimsel geleneği yerleştirilmiştir. Türkiye’de açılacak tıp fakültelerine de yararı dokunacak güçlü bir Türk bilim insanı, Türk hekimleri yetiştirilmesine hizmet etmişlerdir. Türk tıbbının ünlü hocaları; İstanbul Tıp Fakültesi’ni ulusal ve uluslararası alanlarda parlak bir kurum haline gelmesini sağlamışlardır. Türkiye’ye sığınmış hekimler, hemşireler, mühendisler ve diğer bazı teknik elemanlarda Tıp Fakültesinin hizmet kadrosunda yer almıştır.
İstanbul Tıp Fakültesi Çapa’da
Üniversite Reformu sonrası İstanbul Tıp Fakültesi klinikleri, Haseki, Cerrahpaşa, Gureba, Bakırköy – Psikiyatri ve Şişli Çocuk hastanelerine dağıltılmıştır. İkinci Dünya Savaşı sırasında fakülte kliniklerinin yerleşmesi için çabalar sürmüş olup; Çapa’da depo olarak kullanılan binaların hastane klinikleri olarak açılması planlanmıştır. Çapa’da bulunan depo kısa süre içerisinde tamirleri bitirilerek, ilk olarak Haseki Hastanesinde yerleşmiş bulunan II. Cerrahi Kliniği taşınmış, daha sonra II. Kadın Doğum Kliniği ile III. Dahiliye Klinikleri açılmıştır.
Gülhane
Gülhane, 21 Temmuz 1941 tarihinde II. Dünya Savaşı sırasında, 28 vagonluk bir katarla eşya ve tüm personeli ile birlikte Başkent Ankara’ya geçici olarak Cebeci Merkez Hastanesi’ne nakledilmiştir.
İstanbul Üniversitesi Özerkliği
1946 yılında İstanbul Üniversitesi’nin 2252 sayılı kuruluş kanunu yerini, 4936 sayılı kanuna bırakmış olup; üniversite özerkliğini güvence altına almıştır. Sonraki yıllar içerisinde İstanbul Üniversite’nin Çapa ve Cerrahpaşa etrafında toplanması devam etmiştir. Çocuk Kliniği Haseki Hastanesi, Nöroloji Kliniği Cerrahpaşa Hastanesi’ne taşınmış olup; 1950 yılında Psikiyatri ve Ortopedi klinikleri için Çapa, Çocuk ve Kadın – Doğum klinikleri için Cerrahpaşa’da inşaatlar başlatılmıştır. Çapa ve Cerrahpaşa kampüslerinde, her bir kürsüye ait klinikler açılması, ileride oluşacak iki ayrı fakülte için altyapı koşullarının kendiliğinden oluşması yönünde bir ilerleme gerçekleştirilmiştir.
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin kuruluşu
Artık kliniklerin hem Cerrahpaşa’da bulunan kliniklerde öğretim üyesi ve öğrenci sayısının artmasıyla; İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin 7 Ocak 1967 tarihinde Üniversite Senatosuna teklifi ile 27 Temmuz 1967 tarihli toplantısı 78 sayılı kararıyla, yeni bir fakülte kurulması kararı alınmıştır. İstanbul Üniversitesi bünyesinde iki tıp fakültesi olmuş; Çapa kampüsündeki fakültenin adı “İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi”, Cerrahpaşa kampüsü içinde faaliyet gösterecek fakültenin adı da “İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Tıp Fakültesi” adını almıştır.
İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi; 1970 yılında Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi’nin kurulması görevini üstlenmiş, öğrencileri İstanbul Tıp Fakültesi’nde okuyarak, kadrosu ve öğrencileriyle birlikte faaliyete geçmiştir.
1974 yılında İstanbul Tıp Fakültesi, Beyazıt merkez binada yer alan temel bilim dalları enstitüleri Çapa’daki kampüsüne taşımıştır. İstanbul Tıp Fakültesi, 6 Kasım 1981 tarihinde yürürlüğe giren 2547 sayılı Yüksek Öğrenim Kanununa göre; bölümler, anabilim ve bilim dalları şeklinde yeniden organize olmuştur.